İçeriğe geç

KIRKİKİNDİLER

Ansızın gökyüzü karardı.
Korkudan gülbenzim sarardı.
Öğleyle ikindi arası
Etrafı karabulutlar sardı.

Kırkikindiler, kırkikindiler,
Gökten rahmetle bize indiler.

Birden gökyüzü coşup ağladı.
Dere, tepe taşıp çağladı.
Ürününün bol olacağına
Çiftçiler sevinip bel bağladı.

Kırkikindiler, kırkikindiler,
Gökten rahmetle bize indiler

……….TARIK TORUN

İlkokuldayken okuduğumuz Kırkikindiler diye bir hikaye vardı hatırımda kaldığı kadarıyla: At arabasında iki kişi aniden patlayan hava ile yağmura yakalanırlar, arabacı, Kırkikindi yağmuru bu hemen geçer der yanındakine. Yollarına, ıslansalarda devam ederler. Yağmurun dineceği havanın duracağı yok aksine yağmur gittikçe şiddetlenir.  Arabacı meraklanma geçer kırıkikindi bu der ama donlarına kadar ıslanırlar.  

Benim bildiğim kırkikindi yağmurları Nisan’da yağardı. İkidir bisiklette rastlıyorum yağmura ama aylardan Mayıs. Bi defasında zaten hava kararmış yağmurun yağacağı belli ama, uzun yıllar yağmurda öyle ya da böyle hiç ıslanmamıştım, özlemişim. Bahar yağmuru bu ıslanmanın da bi başka güzelliği romantizmi var deyip bisikletle çıktım. Bu bisikletimin çamurlukları yok MTB denilen cinsten yani kalın lastikli. Diğeri şehir bisikleti çamurluklu ama yazlığa götürmüştüm. Yağmura yakalandığımda yağmurla ıslanmayı romantizme bağladım ama bisikletin bilhassa arka tekerinden sıçrayan yerdeki sular sırtımı çamura bularken seleden altıma giren sular içime kadar ıslatmıştı. Araçlardan sıçrayanlar ayrı, o yan masadan gelir gibiydi, istemeden beklemeden sürpriz bir şekilde geliyordu. Yan masalarda ne kadar da sevenim varmış gelen gelene. Ama muradıma ermiştim. Sırılsıklam.

İkincisi, yağmur yağacak belli ama, saat 14.00 diyor tahminler. Randevuya geç kaldı 15.00’de yakalandım. Laleli kavşağına geldiğimde iri iri pat pat atmaya başladı. Karşı kaldırımda Polisevi’nin önündeki büyükçe Çam ağaçlarından birinin altına sığındım. Burası kuruydu. Yağmur daha irileşip sıklaşınca sığındığım ağaç altında da ıslanmaya başlamıştım ağaçtan çıktım az ilerideki yeni yapılıp açılamayan müzeye sığındım. Güvenlikçiyle ayaküsütü lafladık müdürü sordum. “Burada dedi ama, bu yağmurda, yaşlı, ıslak adam, bisiklet, müdür, başka zaman mı bulamadın müdüre gelecek” fazla meraklandırmamak için karşıdaki belediye binasını gösterek şu yüksek binada çalışıyorum dediğimde merakının bir kat daha arttığını ne diyeceğini bilememekten anladım. Başkan….. diye başlasam hangisine inanacaktı.  “Neyse ben içeriye gireyim.” Diyebildi. 

Kırkikindi biraz yavaşlar gibi olduğunda artık olan olmuştu deyip asıldım pedallara: Yerden, gökten, araçlardan, tekerlerden, tepemden aşağı burnumun ucundan, lepiska saçlarımın her telinden, her yanımdan, her tarafımdan yağmur geliyordu. Otobüs durağına sığınmışlar, araçlarında gidenler, “Kim bu şaşkın” dercesine hayretli ve şaşkın bakışlar altında battı balık misali sürerken ben de, “İkinci bahar şarhoşu” diyordum.

Reklam

BAHARDA, BİZ DE BAHARIMIZDAYDIK

   2016 yılında bisikletimi aldığımda 8-9 yaşlarındaydı. Araba ile seyahat ederken yolda gördüğü bisikletli sürücüleri “Dede bak arkadaşın geçiyor.” Der benimle şakalaşırdı. 

   Her ne kadar bisiklete binmeyi çocukluğumda öğrenmiş olsamda bu yaşta bisikleti sürerken hep, “Tolstoy’un Bisikleti” aklıma gelir.

   7 yaşındaki oğlunu kaybeden Tolstoy’a, motivasyon sağlaması hayata tutunması için Moskova Bisiklet Derneği, kendisine bir bisiklet hediye eder. 70’li yaşlarda uzun sakalı kırışmış yüzüyle sokaklarda düşe kalka bazen çocukların alayları ile bisiklete binmeyi öğrenir. Artık her yere bisikletiyle gitmeye başlar. Nerelerde bisiklet sürdüğünü bilmiyorum ama 1910 yılında 82 yaşındayken Astapovo’da bir tren istasyonunda zatürreden, dünyadaki mal varlığını köylülerine dağıtmış sefil bir vaziyette herhalde bisikleti de yanındayken hayata gözlerini kapar.  

   ‘Tolstoy’un Bisikleti Kavramı’, hayata yeniden başlamak ve hiçbir şey için geç olmadığı anlamına gelir. Harekete geçmek için hiçbir zaman geç değildir, sadece ilk adımı atmak, bir defa pedalı çevirmek yeter. Birçok pedal çevirerek dünyayı dolaşan gıpta ettiğim gezginler var.

   Nereden nereye geldik. Ama motivasyon olduğu muhakkak. 2016 ve 2018 yıllarında olduğum ameliyatlar sonrasında hastanede yatarken, içimde tekrar bisiklete binebileceğimin sevinci, isteği, hep vardı.

   Çocukken Dede arkadaşların geçiyor diyen torunum Alperen, 16 yaşında taze delikanlı oldu, yeni güzel bir bisiklet aldı babası. Geçen hafta “Bu hafta sonu Foça’ya gidelim” dedim. Heyecanlandı… Neyse, güzergahı çizdik. Trafiğe hiç girmeden gideceğiz. 

    Muradiye’den CBÜ kampüsüne doğru gidip oradan Yağcılar Köyü’ne döndük, Gediz’e paralel giden tepelerin yamacındaki yoldan Menemen’in köyü Süleymanlı’nın yakınında regülatörün oradaki piknik alanına geldik.

Yol boyunca, toprağı kaplamış henüz taze genç yemyeşil çimenler otlar, içlerinden uzun sapları ile boy gösteren sarı beyaz papatyalar, yol kenarına dizilmiş gibi duran Yağlı Çanak (Altın Çanak) çiçekleri, kuş sesleri, arıların vızıltıları, Gediz yol boyunca toprak renkli, durgun sakinliğiyle yanımızdan akarken, Gediz’in hemen diğer kıyısında Menemen asfaltı ve Uzunburun Ayvacık tepeleri, yeşillenmiş ağaçların arasında giden tren Ayvacık İstasyonuna yaklaşıyordu..

Gediz belirlemiş rotayı, Menemen yolu, bizim gittiğimiz köy yolu Gediz kıvrılıp büküldükçe yollar da bükülmüş. Arada kalmış cetvelle çizilmiş gibi bir demiryoluyla kah Gediz’e yakın kah uzaklaşırken, yeşile dalıp çıkan bir görünümle uzayıp giden treni görünce yeşili hiç bitmeyen Avrupa ülkelerinde zannettik kendimizi Alperen’le. Regülatörün bir aracın geçeceği kadar dar köprüsünde Gediz’in üzerinde ne fotoğraflar çekildik. Aaa burası da güzel, dede manzaraya bak, sen beni ben seni, selfisi, o baharında ben kaçıncısında, doğayla senli benli olduk.

Emiralem’den Menemen’e büyük kavşakta Çanakkale Yolundan karşıya geçerek girdik. Menemen’den çıktığımızda, Gediz’in böylesine geniş ve dümdüz topraklarda delta yaparak Ege Denizine boşaldığı Menemen ovasında bulduk kendimizi. Ekin yeşilinin ufku çizdiği tarlaların arasındaki toprak bazen asfalt kaplı yollarda döne döne, yanyana giderken kaynatıyoruz lafları. Yer yer yağmur birikintileri güneşle gözümüzü alırken bahar serinliğiyle yolumuza devam ediyorduk. Ovada çalışan çok az kişi olsa da onlara selam verip kolay gelsin dememiz bisiklet ile seyahatin en güzel yanı.

   Her yerde olduğu gibi buralarda da yerleşim yerlerinin isimleri değişmiş Kesik’e yaklaştığımızda haftasonu trafiğine girdik. İzbaş Serbest Bölgesi’nden Gerenköy’ün kenarından geçerken ekinleri yalayıp karşımızdan gelen rüzgar, yorgunluğumuzu hissettirdi. Bağarası’na geldiğimizde bisiklet gezintilerinde sıkça uğradığım kahvede soluklarınırken demini almış taze çaydan ikişer bardak içtik. Aslında oturmak hoşumuza gitmişti. Biraz zorda olsa yolcu yolunda gerek, kalktık. Yenifoça’ya 10 km kalmıştı. Hafif bir rampa denizden gelen rüzgar ıflahımızı kesti. Yenifoça’ya girişte. Tepelerden aşağı pedalsız ve frenle inerken eve yaklaşmamızın keyfine diyecek yoktu. 80 km yaptığımız yolculukla sanki seferden dönüyor gibiydik.

TARİH, KÜLTÜR, KİMLİK

2017 yılında Kula-Salihli UNESCO Global Jeoparkı’nın toplantısı için Lizbon’daydık. Buradan Portekizin Azor adalarına geçeçektik. Uçağın kalkışına beş saat vardı. Ekiple birlikte Lizbon’u gezelim dedik. 

Lizbon’un en göz alıcı sembollerinden biri olan Praça do Comércio, Commerce Square yani Ticaret Meydanı veya Palace Square yani Saray Meydanı olarak da bilinmektedir o bölge aynı zamanda  ticaret merkeziydi, burada vakit geçirdik. 

1 Kasım 1755 günü Portekiz Krallığı sabah yerel saatle 09:40’da 8.5 ile 9.0 arasında bir büyüklükteki depremle sarsıldı. Oluşan depremin merkez üssü Atlantik okyanusuydu ve bölgede özellikle Lizbon’da çok ciddi bir tahribata yol açtı. Fakat trajedi bununla bitmedi, depremi tsunamiler ve yangınlar izledi. Sadece Lizbon’da değil çevre şehirlerde de 10.000 ile 100.000 arasında insan yaşamını yitirdi. 

Depremi, tsunami ve kentin pek çok yerinde başlayan yangınlar takip etmiş ve o dönemde Avrupa’nın en büyük dördüncü şehri olan Lizbon’un neredeyse tüm yerleşim alanları kullanılmaz hâle gelmiş. Bu deprem sonucu Portekiz’i son derece olumsuz etkileyen bu afet, Portekiz’de politik tansiyonun yükselmesine, ekonominin çökmesine ve zaten gerileyen koloni imparatorluğunun 18. yüzyılda büyük ölçüde yıkılmasına yol açmıştır. 

Tarih boyunca konumunun getirdiği avantajla farklı amaçlarla kullanılan meydan; (liman, balıkçı barınakları, okyanusa açılan balina avcılarının uğurlanışları, dönüşlerindeki hüzünlü beklenişleri, sevinçli karşılanışları) şimdilerde mağazalar, kafeler, lokantalar ve devlet dairelerine ev sahipliği yapmakta. Hatta dikkatimi çeken hayret ettiğim şey. Bizim yıllar önce ki, tuhafiye dükkanları, arada terziler vardı. Yani kumaşı alıp ısmarlama elbise diktiriyorlar. Bizde terziler konfeksiyon tamiratı yapıyor.

Evet, Lizbon’un bu bölgesini gezdik. Gezdik demeyeyim oyalandık daha doğrusu kenti tamamiyle gezemedik ama üstte bahsi geçen 1755 Lizbon depremi, neredeyse 80 günü geçen bir süre  önce meydana gelen Kahramanmaraş ve 10 ilimizde yaşanan felaketle eşdeğerdeymiş. Kaybolan hayatlar yıkılan kentler Lizbon deprem tarihini okuduğunuzda hemen hemen aynı. 

Ancak kent 1755 öncesinin izlerini yansıtan birkaç yıkık kilise o haliyle ve kale duvarlarının yıkık parçaları depremi anımsatması unutulmaması açısından bilhassa korunarak, ama en önemlisi eski kentin dokusunun dar sokakları (bu sokaklar tarih boyunca istilalardan kaleye geçişleri sağlayan ve korunma amaçlı iki insanın yan yana geçebileceği daracık sokaklar) yaşatılarak inşa edilmesi. Hem tarihi, hem depremi anımsatan yapılar, eski kent dokusu, planı korunarak yeni Lizbon inşaa edilmiş. Kimse, bu kent yeniden inşaa edilmiş diyemez. Deprem ile bizim bulunduğumuz tarih arasında 300 yıla yakın bir zaman geçmiş. Müze kentten farkı yok.

Kahramanmaraş Büyükşehir Belediye Başkanı Hayretin Güngör: Belediye başkanı olmazdan önce, 2016 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığında Mesleki Hizmetler Genel Müdürlüğü yapmış. Büyükşehir Belediye Başkanı olduğunda Tarihi Kentler Birliği Başkanlığına 18 Haziran 2019 yılında seçildi. 

Halen Tarihi Kentler Birliği Başkanlığını yürütmekte. Bu görevinden dolayı tarihin, tarihi kentlerin yaşatılmasının ne demek olduğunu çok iyi bilir. 

Şimdi bir telaşla deprem enkazları temizleniyor. Kahramanmaraş ve diğer 10 ilimizin önemli bir bölümü yeniden inşa edilecek. Kısa zamanda inşaa edileceğinden deprezede vatandaşlarımızın en kısa zamanda yeni konutlarına kavuşacağından eminim. Ancak, yapılacak yeni konutlar deprem sığınma konutları olmayacak. Konutlar; Kahramanmaraş, Malatya, Adıyaman bilhassa  Hatay ve diğer il ve ilçelerin ismini taşıyacak şekilde yapılmalı. Yıkılan eski yapıların bir çoğunun hiçbir mimari değeri ve özelliği yoktu. Şimdi yeni bir kimlik kazandırılırken planlamanın yapılaşmanın sokakların bulvar ve caddelerin parkların meydanların bir özelliği bir güzelliği, yaşanılırlığı, olmalı. Kültürü devam etmeli.

Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı’nın konuşmalarında, Eski Hatay’ın, Antakya’nın korunarak inşa edileceğini söylüyor. Temennim inşallah başarılı olurlar. Hatta olmak zorundalar. Daha önce, depremin hemen ardından yazdığım bir yazımda ‘Antakya Başka bir Şehir Olmasın’ başlığı altında bu konulara değinmiştim. Bir daha böyle acılar yaşamamayı dilerken, depreme dayanıklı ve kaçak, eklentisiz, ruhsata aykırı işler yapmamak, görüntü kirliliği meydana getirmemek, yeni yapılaşmada her yönüyle, tarih, gelenek ve kültürümüzü unutturmayacak, yaşatacak evleri, sokakları, şehirleri yenibaştan inşa edelim.

AŞK VE SANAT

Aşk sanatı tetikler mi? Hem de nasıl, peşini bırakmaz. Aşk nerede sanat oradadır. Peki sanat aşksız olmaz mı? Olur da, Çingene kızı kadar olmaz. Mona Lisa, İnci Küpeli Kız yaratılmaz.  Sanat duygusaldır. Hayalgücünün ifadesidir. Aşk ve sanat, ideal bir durum olmasına rağmen anlatması zor ancak, yaşamak lazım. Ama madem ki konuya girdik dilimin döndüğü kadar anlatayım.

Aşkın nelere kadir olduğunu, neler yarattığını, bir aşk hikayesini anlatayım. Bu aşktan doğan sanatı da hep birlikte okuyalım.

Güzelliği ile İstanbul’a nam salan Celile Hanım, 1900 yılı başlarında Osmanlı valilerinden biri olan Hikmet Bey ile evlenir. Celile Hanım ile eşi evlendikten 16 yıl sonra evliliklerinde sorunlar yaşarlar. Bir çocukları vardır, Nazım. Genç bahriyeli Nazım, Heybeli’de okuyor haftasonları ailesinin yanına geliyordu. Ayrıca Yahya Kemal’den şiir dersleri alıyordu.

Celile hanımın mutsuz evliliği oğlu Nazım’ın şiir hocası olarak evlerine gidip gelen Yahya Kemal ile tanışınca daha büyük bir sarsıntıya uğrar.

Yahya Kemal, Nazım’a ders verdikten sonra kalan zamanında, Celile Hanım’la sanat ve edebiyat hakkında uzun sohbetler ediyorlardı. Aralarındaki yakınlık giderek arttı ve hatta aşka dönüştü. Celile Hanım’ın evliliği de, zaten daha fazla sürmeyecekti. Celile Hanım, Yahya Kemal ile aralarında başlayan aşkın üstünden çok geçmeden, kötü giden evliliğini sonlandırarak eşinden boşanır.

Hatta bu dedikodular yüzünden Yahya Kemal, bir süre okula gelmez. Okula geldiğinde ise, yine gelecekte önemli şairlerimizden biri olacak öğrencisi Necip Fazıl’dan şu alaycı cümleleri işitir:

“Hocam kibrit suyu içerek intihara kalkıştığınızı duyduk… Sınıfın bu durumdan duyduğu derin üzüntüyü size söylemek isterim…”

Soyadı kanunu 1934’te kabul edildiğinde Nazım, Necip, Yahya Kemal, gibi geçen isimler aslında, Necip Fazıl Kısakürek, Nazım Hikmet’in sınıf arkadaşı, Yahya Kemal Beyatlı’da şiir hocasıdır.  

İşte, Yahya Kemal’in Türk edebiyatına altın harflerle yazılan ünlü şiiri Sessiz Gemi, büyük aşkı Celile’nin vapurla adadan ayrılıp İstanbul’daki evine dönerken yaşadığı hisleri anlatır…

“Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,

Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli

Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!

Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;

Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.”

Nazım, Necip, durduğu yerde olunmuyor. Necip’in ÇİLE’si, umutsuz aşkının neticesi.

……….

Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,

Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,

Bir zerreciğim ki, Arşa gebeyim,

Dev sancılarımın budur kaynağı!

Ne yalanlarda var, ne hakikatta,

Gözümü yumdukça gördüğüm nakış.

Boşuna gezmişim, yok tabiatta,

İçimdeki kadar iniş ve çıkış.

……….

Nazım’ın Vera’sı: Ne tesadüf ki Vera’da evlidir. Yahya Kemal’in Nazım’ın anesine aşık olduğu gibi.

Gelsene dedi bana

Kalsana dedi bana

Gülsene dedi bana

Ölsene dedi bana

Geldim

Kaldım

Güldüm

Öldüm

Yahya Kemal gibi bir şairden ders alıyorlar. Yahya kemal’in de hislerini aşk açığa çıkarıyor. Sonrası döktür Allah’ım döktür.

Burada yeri gelmişken: Edebiyatımızın deyip başlamayayım ama efsane bir romancı, şair, tarihçi, hatta politikacı, Ahmet Hamdi Tanpınar; Hayatına kısaca göz gezdirelim, 60 yaşına ne kadar çok şey sığdırmış. Kısaca bahsedeyim. Sonra anlatmak istediğime geleceğim. 

Ahmet Hamdi, kadı olan babasıyla çocukluğunda çok yer gezmiş. Zıraat Mektebinde bir yıl okuduktan sonra Yahya Kemal’in etkisiyle İstanbul Üniversitesi Edebiyat fakültesine girmiş. Ömer Faruk Kan, Fuat Köprülü, Cenap Şahabettin gibi hocalardan ders almış. Erzurum Lisesinde edebiyat öğretmenliği, Konya, Ankara Liselerinde, Ankara gazi Terbiye Enstitüsünde, Kadıköy Lisesinde edebiyat öğretmenliği yapmış. Çeşitli dergilere şiirler yazmış. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in emriyle 19.asır Türk edebiyatı kürsüsüne doktorası olmadığı halde profesör olarak atanmış. Maraş Milletvekilliği yapmış. Görevlendirilerek avrupanın birçok ülkesi ve kentinde çeşitli toplantı ve çalışmalarda bulunmuş. 1962 tarihinde geçirdiği kalp krizi neticesinde (bu kadarına can mı dayanır?) vefat etmiş. Burada da kalmamış, cenazesi Süleymaniye’de kılınmış, Rumeli Hisarı Aşiyan mezarlığına Yahya Kemal Beyatlı’nın yanıbaşına defnedilmiş.) Öbür tarafta da durmayacak anlaşılan.

İşte, Nazım’ın Necip’in yetişmesi ve bir başka örnek Tanpınar, o da roman kahramanlarına yüklediği aşklarını anlatır, ayrıca çok okuyan değil çok gezen bilir derler, aslı çok okuyan ve aynı zamanda çok gezen (ama dünyada ama kalplerde) bilir.

Dert ağlatır, aşk söyletir. Aslında ikisi de hem söyletir hem ağlatır. 

Kimi romanda şiirde, kimi resim heykel çizimde, kimi sinemada müzikte.

ENVANTER ÖNSÖZÜ

Çocukluğumuzun Manisa’sında hatıralarımızı anlatırken sokaklar toprak, yollar ganit taş kaplama, asfalt Atatürk Bulvarında vardı. Evler basık çoğu bahçeli tek katlı kerpiç evlerdi. Bahçelerinde vita kutularından saksılarda sardunya Manisalı ağzıyla Cananlar vardı. Fesleğen evlerin olmazsa olmazıydı. Güller rengarenk hatta seyahate çıkıldığında anahtar komşuya verilir bu çiçekler sulattırılırdı. Daha neler neler olurdu o yıllarda.

Ama, erkekleri tahsilli olmasa da tecrübeli ilkokul lise mezunları üniversite bitirmiş (tabii şimdinin üniversitesi değil) gibi her konuda söz sahibiydiler.  

Lafı turizme getireceğim de dolandırmayayım. İnsanlarımız beyefendiydi kadınlarımız baş örtülü dahi olsalar Atatürk devrimlerine saygılıydılar. Manisa’lılar böyleyken tarihi eserlerimizin hepsi, cami ve hamamlar hariç harabeydiler. Her tarihi eserimizin kurşun kaplı olmayanların çoğu  kubbeleri, çingene kiremitler gözükmeyecek kadar ot kaplıydı. Yıkıntı duvarlarının dibinde, bahçelerinde kokar ağaçları vardı cangıl gibiydiler.  Akşamları yanından geçmeye korkardık. Yangından sonra yapılmış karakteristik Manisa’ya has evler konaklar vardı. Nerdeyse her köşe başında sokak çeşmeleri bulunudu. Tarihi olmayanların yanında yandan kollu çekince suyu kalınca akan yazın buz gibi suyu olan demir çeşmeler, henüz altyapısı yapılmamış sokaklarda su ihtiyacını karşılardı.   

Böyle Manisa’mızda ne vardı biliyor musunuz? Turizm danışma noktaları. Rehberlik yapan, ingilizce bilen, abilerimiz ablalarımız vardı. Bu noktaları tarifleyen işaret eden sokak levhaları vardı. Tezcan Karadanışman daha iyi bilir sanki bu danışma merkezlerini “Manisa ve Mesiri  Tanıtma Turizm Derneği” yapmış olabilirdi. 

Şimdi restore edilmemiş hemen hemen hiçbir tarihi eserimiz kalmadı her biri pırpl pırıl, magandaların tahrip ettiklerinin dışında.

2009 yani bizim belediyecilik dönemi başladığında 40’ın üstünde tarihi eserlerin çevre düzenlemeleri, tesciller, restorasyonlar, projeler yapmışız. MANİSA BELEDİYESİ 2009-2023/MART, DÖNEMİ ENVANTERİ (ilçelerde yaptıklarımız hariç sadece merekezde yapılanlar) ile ilgili bilgilendirme yazısı yazdım. Geçen Salı Ulucami’den başladık. Birkaç hafta Salı günleri bu köşede yayınlanacak. Birçoğunun açılış konuşmalarını Cengiz Başkanımızın yaptığı, açılışlar yapmışız, onların da linklerini ekledim. 

2014 yılında Manisa Belediyesi Büyükşehir olduktan sonra bu eserlerin çevre düzenlemeleri ve bakımları ilçelere devredildi.

ENVANTER

MANİSA BELEDİYESİ DÖNEMİ 2009-2023/Mart Dönemi

ULUCAMİ

ULUCAMİ’DEN BAKTIM.. (23.Mart.2015)

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul

Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.

Ömrüm oldukça gönül tahtıma keyfince kurul!

Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.

Dün böyle bir tepeden Ulucami’den ben de baktım Manisa’ma. Benden ne kadar Yahya Kemal olursa Manisa’dan da İstanbul o kadar olur dedim ama içime söyleyemedim gönlüme anlatamadım neden böyle dediğimi? Ulucami: İshak Çelebi yaptırmış Saruhan Beylerinden Türbesi de burada. Bizans kalesi, Topkale, duvarları dayanamamış Saruhan Beylerin amacına. Bizans mizans kalmayınca yapıvermiş camiyi İshak Çelebi Sipil’in yamacına. Koca kapının caminin cümle kapısının eşiğine çıkıp da Manisa’ya baktın mı taa Yunt dağlarına kadar gözüküyor boylu boyunca Gediz. Daha sonra Osmanlı gelmiş Manisa’nın sokaklarına meydanlarına bir bir saplamış minareleri birer karış arayla hamamları da yanlarında. Külliye cami derken Şehzadeler Şehri olmuş Manisa. Sadrazam, Sultan, Padişah, Paşa, Veziriazam, her biri yaptırmış han hamam cami medrese, muazzam mı muazzam. Eski, siyah beyazlarda kalmış, durmuş zaman.

Yanmış yakılmış anladım da sonra ne olmuş. Yananların yerine yenileri yapılmış o yapılanlarda şimdi korumaya alınacak cinsten yapılardı. Çocukluğumun Manisa’sının çoğu evleri hala gözümün önünde. Onları da yıkmışız. Yangından sonra bir yangın alayı daha geçmiş Manisa’mızdan.

Akşama yemekte tartışıyorduk yıkılıp yerine bu apartmanlar yapılmasaydı nüfusu nereye sığdıracaklardı diye, şimdi cebimize mi koyduk kurşun askerleri, oyuncak plastikleri, dört tekerli tenekeleri.

Ulucami’yi restore edeceğiz, restorasyon projesi için İzmir II numaralı koruma kurulu ile birlikte röleve projesini yerinde incelemeye gittik. Kalabalık bir ekip; mimar, sanat tarihçi, arkeolog, şehir planlamacı, raportörler, yapı taşlarını sayarcasına, fotoğrafını çekercesine inceledik, sütun başlıklarından kaidelerinin detayına, pencerelerinden kapı sövelerine kadar, didik didik ettik. Manisa’nın önemli eserlerinden biri dedik.

Ulucami’nin bir kere daha cümle kapısının haşmetiyle irkildim. Koca koca taşlardan yapılmış yüksek basamakları çıkarken dizlerimden destek aldım. Eşiğin önünde şöyle bir yüzümü döndüm Manisa’ya, gözlerimi kapadım da baktım: Gel zaman git zaman aradan yıllar geçti çok zaman. Gediz kıvrım kıvrım akarken çok yatak değiştirdi. Manisa kendini değiştirdikçe de çok tarih yazdı. Değişmeyen, Ulucami’nin taş yapısı ile cümle kapısı bir de çınarları ki Ulucam ille aynı yaşta sanki. 

Hadi gidiyoruz dediklerinde açtım gözlerimi önüme bakıyordum. Utandığımdan mı? Basamaklardan yuvarlanmayayım diye mi? Ne siz sorun ne ben söyleyeyim.

Eçiş büçüş çatılar, kimi delikleri pencere yapmış, kimi kapıları çatıya açmış, bazıları göğe merdiven dayamış, kimileri kiremit yerine şıngıl döşemiş. Kahve krem mavi, hepsi yapış yapış renkler.  

Dörtken beş, beşken altı olmuş üç kat yerine. 

İmar, mimar hak getire 

İskanlar, ruhsatlar su götüre. 

Muradiye Camisi ara ki görüne.

Osmanlının Minareleri gözükmez, müezzinlerin avazeleri duyulmaz olduğunda Ulucami 1366’dan beri yerinde duruyor orada, Manisa’mız yerinde durmamakta haklı galiba, kimler gelmiş kimler geçmiş bu arada.

1. DARPHANE: 

Arkeolojik kazı ve restoradyonu. Manisa Belediyesi tarihinde ilk yapılan iş Arkeolojik kazı. Adı darphane, ancak ne olduğuna bir türlü karar verilemeyen bir yapı. Yıllar önce aslına uygun olmayan bir şekilde restore edilmiş. Çevre evlerin kamulaştırmalarının bir kısmı yapılmıştı bir kısım evler darphane parselini içerisinde kalmış onları yıkım izni alarak müze denetiminde koruma kurulunun izniyle kazıya başladık. Herhangi bir bulguya bilgiye rastlayamadık. Restorasyona başladık. Amacımız yapıyı yaşatmaktı restitüsyon projesiyle kahve olarak çalıştırılmasını amaçladık ve belediyenin Emlak işleri müdürlüğüne teslim ettik. 

2. ULUCAMİ SAATİ: 

Yıllardır saat başı çalmayan çanının ve çalışmayan saatinin orjinal şekliyle tamirini yaptık. Hiçbir elektronik parça kullanmadan tamamen aslına uygun mekanik haliyle tamiri usta Fethi Pamukoğlu,hem sanatcı hem saatcı tarafından yapıldı.

http://www.kulturvarliklari.gov.tr/yazdir?CE806903B2E6932B990C20F1AABBBC73

3. GÜLGÛN HATUN HAMAMI: 

Restorasyonunu Vakıflar Bölge Müdürlüğü yaptırırken bazı hatalar yapan yüklenici firmaya el çektirilmiş. Sonra biraz dışına dokunduk ama içini tamamen yapmıştık. Yarım kalmış restorasyonunun tamamladık. Ayrıca Kabak Tekkesi, Yedi Kızlar Türbesi, Dere Mescidi ile birlikte çevre düzenlemesi.

4. KABAK TEKKESİ DÜZENLEMESİ: 

Ulutepe yoluna açılan yol ile Tekke’nin yakınındaki evleri kamulaştırarak çevre düzenlemesinin genişletilmesiyle görünürlülüğünü arttırdık.

5. UNCUBOZKÖY ŞEHİT AKTAŞ İLKOKULU: 

Restorasyonu ve rekreasyonunun yapılması.

6. EFENDİLER KAHVESİ:

Yıkımdan tescillenerek kurtarılarak restorasyonunun yapılması. (Bedesten Meyadanı köşesinde)

7. FATİH PARKI ÇEVRE DÜZENLEMESİ ve FATİH HEYKELİ

8. EMEKLİLER PARKI DÜZENLEMESİ ve adının BÜLENT KOŞMAZ PARKI olarak değiştirilmesi.

BÜLENT KOŞMAZ PARKI, (27.Haziran.2020)

1985 Küçük sanayi sitesinin birinci kısmı bitmiş 533 dükkana yerleşmeye başlamışlardı. Altı yedi yıl gibi bir zaman almıştı dükkan inşaatlarına başlanmasından tamamlanmasına kadar. Şehre uzak burada sanayi mi olur kim gelecek işimiz bozulur gibi sızlanmalardan dolayı kooperatif ortağı olmayan esnaf, yepyeni büyük (100-200-300-400 m2) dükkanları görünce ikinci kısmın yapılması ihtiyacı doğdu. 1987 yılında sanayi camisinden sonra ki alanda inşaatlar başladı. Bu alanı tarif etmesi şimdi kolay, sanayi camisinden aşağı derken Mehmet Akif Ersoy caddesi kaldırımsız bordür taşları döşenmiş toprak yoldu yolun hemen altı şimdi ki yürüyüş parkurunun olduğu park alanı ve menemen yoluna kadar ki alan zeytin, armut, badem ağaçlarından beş metre ötesi gözükmezdi o kadar sık ağaçlıktı. 

Şimdi ki 75.yıl mahallesi; bu bölgede şehre uzak bir alan olduğundan boş. Bahri Sarıtepe Caddesine cephesi (bankalar caddesi; o zamanlarda ne adı var ne kendi) olan bu bölgede ilk yapılan kooperatifin projesini çizdim. Proje müellifi ben, kooperatif başkanı Rahmetli Bülent Koşmaz, inşaatları yapacak firma Çapra İnşaat, Rahmetli Mustafa Çapra. İmara ve bütçeye göre yapılan üç katlı inşaatlar yükselmeye başlayınca aidatını inşaat taksitini ödeyen ödeyemeyen kooperatif ortaklarından çatlak sesler çıkmaya başladı; mutfak ufak, salon küçük, oda yatak, banyo kuvet. Arsa belli, üye sayısı sabit, yapılacak inşaat metre karesi sınırlı. İnsanları bir araya toplayıp ev sahibi yapmak bir küçük daire sahibi olmaktan başka düşüncesi olmayan başkan Bülent Koşmaz bıraktı yöneticiliği, ortaklıktan da ayrıldı.

1992’de Celal Bayar Üniversitesi kurulma aşamasında: Vali Sami Sönmez, Belediye Başkanı Zafer Ünal, ben Mimarlar Odası Başkanı, Rahmetli Ticaret Odası Başkanı ve diğer sivil toplum kurum başkanları mütevelli heyeti oluşturduk. Kurulmasında hep birlikte çalıştık.

Bilge Dershanesi: Yaşar Coşkun, Galip Karagözler, diğerlerini hatırlamıyorum. Rahmetli arkadaşlarını toplamış eğitime ilk adımını attıktan sonra 1992 yılı Doruk Kolejini kurmuş yine birliktelik bir araya gelmişler Rahmetli Koşmaz müteşebbis, Rahmetli Çapra yapımcı, Kızıltoprak müdür, Coşkun yine var. 94 ‘te bittiğinde kızım ilk talebelerinden oldu o yıllarda öğrendiği ingilizcesi ile üniversite sonrası çalıştığı firmanın dış ticaret satın almasında çalıştı. Manisa’nın ilk koleji ve kalitesi.

Bundan sonra ki zamanlarda da bir araya geldik.Birliktelikler oluşturdu enerjinin e’si bilinmezken enerji şirketi kuralım dedi bir kaç yıl genel kurul yaptık Manisa’da tutmadı. Toplanan paralar faiziyle dağıtıldı dağıtılmasaydı devam ettirebilseydik, nafile, Manisa’da.

Aradan yıllar geçti bu arada bir çok toplantı kuruluş çalışmalarında fikir projelerinde zaman zaman bir araya geldik.

Yıl 2006 Organize Sanayi Başkanı olduğu yıllar. OSB’yi büyütmek istiyor ihtiyaç var. 4. ve 5. kısım inşaatları başlayacak iş henüz proje aşamasında. Proje ve uygulamanın teknik müşaviri olmamı istedi. Daha sonra Balo projesinde de beraberdik yine ortaklaşa. Türkiye’de bir ilk Batı Anadolu Lojistik Ortaklığı (BALO) projesini hayata geçirdi. Manisa’dan Avrupa’ya taşımacılık. 

Minnetin, himmetin, duygusallığında ki hizmetin, kadirşinaslığın, vefanın, hakkın, hukukun, saygınlığında ki arkadaşlığın, sessizliğin sakinliğinde ki huzurun, vakurun, yorulmazlığın gayretinde ki sabırın, tüm bunların karşılığında ortaya çıkarılan OSB 4.5. kısmın eserin kusursuzluğunda ki damganın vurulduğu hayatımda ki iziydi Rahmetli Bülent Koşmaz.

2012 de Cengiz Başkan altını otopark yapalım dediğinde başladık Emekliler Parkına. Cami ve Vilayet Konağından dolayı kentsel sit alanı olduğundan Koruma Kurulu belli noktalarda elle, kazma kürekle sondaj kazılarının yapılmasını istedi bulguya rastlanabilir endişesiyle. Bir şeye rastlanmadı. Projeler kurula, tasdikler, gelmeler, gitmeler, ihaleler, şikayetler bir hayli gecikmeler olmasına rağmen güzele erişmek güzeli bulmak kolay olmuyor. 2014 otopark açıldı 2015 üst peyzajı bitti. 

Vilayet Konağı kapısında durunca parkın ortasından Osmanlı’ya uzanan Hatuniye Camisi’nin minaresi mihenk taşıydı fonda ki Spil’in. 

Minarenin şerefesinden, Vilayet Konağının çatısında ki Şanlı Bayrağımızın çelik direğinden, Fatih Parkı’n da at üstünde ki Fatih Sultan Mehmet’ten, Gediz’e boylu boyunca uzanan lirik ince bir çizgiydi park. 

Spil’den Gediz Ovası’na yazılan Manisa Tarihi’nde önemi olan meydanın parkla taçlandırıldığı değerli bir isimle tarih boyunca korunarak tescillendiği BÜLENT KOŞMAZ PARKI. Allah her kula vermez bu hakkı. 

9. KUMLUDERE CADDESİ DÜZENLEMESİ: 

Dere Mescidi, Gülgün Hatun Hamamı’ndan Eski Garaj Barış Manço Meydanına kadar Kumludere’nin, (Akbaldır Deresi) dereboyu hattının düzenlenmesi.

MUHTEŞEM ÇAYBAŞI (19.Ocak.2012)

Manisa Şehzadeler Şehri de ne Şehzade kalmış ne yaşadıkları sarayları. Bunca tarihine bunca yaşamış şehzadesine rağmen kalan birkaç mekan Manisa Tarihini anlatmağa yetmiyor. 21. yüzyıla gelinceye kadar neler görmüş Manisa neler; adı önce Tantalis’miş sonra Magnesia, sonra Şehzadeler Sancağının merkezi olarak adı Saruhan Sancağı olmuş şimdi Manisa deniliyor ileri de nasıl anılır bilinmez hazır yolumuz düşmüşken 2010 yılında Manisa’ya, elde kalan yapılarını gezelim tarihe bir yolculuk yapalım.

Yolculuğumuza, Manisa Dağı yamacının eski yerleşim olan uç noktasından başlayalım. Manisa da kadılık yapmış Molla Şaban’dan.

MOLLA ŞABAN SİBYAN MEKTEBİ:

İki odalı küçük mütevazi yapıyı, Osmanlı çatı ve köşe inişlerinin basit iki kubbeli çatısının binaya katacağı zenginliğinin, sempatisinin bu küçük meydancığa sıkı sıkıya bağlanmasını sağlıyordu. Bu yerden fışkırmış yanı başında ki incir ağacı gibi yeşermiş duran küçük yapı, sübyanların eğitimini sağlamış zamanında. Nereye sığdırmışlar zamane tedrisatını, medrese ön eğitimini o küçücük yapının o küçücük beyinlerin neresine sığdırmışlar.

Buradan yukarı doğru kumlu dere kenarından çınar ağaçlarının gölgesinden çıkarkenBÖLCÜK DEDE yani KISIK MESCİDİ :Ağaçların içinde hiç mi hiç belli değil, gözükmese minaresi, duyulmasa ezan sesi, farkında olmadan geçeceksiniz bu da ağaçlarla dost olmuş bir mescid.

Mescide arkanızı verince karşıda kocaman bir ÇİTLENBİK AĞACI, koyu gölgesi, haşmetiyle, çınarlarla boy ölçüşüyor. Bir de gölgesinin hikayesi var Amak-ı hayal’i. Aynalı Dede’nin aynalı harekesinin dünyaya pırıltılar ışıklar saçan fikir ve akıl veren, gönlünden hal diliyle çıkan hayalleri, masalları, hikayeleri, Raci’ye masal gibi anlattıkları. Rüyadan uyandırıyor Raci gibi bizleri de, farkına varıyoruz hayatımızı anlattığının, var oluşumuzun inceliğini kafamızı iki elimizin arasına alınca fark ediyoruz, alemlere akıp gidiyor, ölümün ötesine geçiyoruz. Küçücük aklımızın marifeti, zayıf bedenimizin hikmeti, deryadan bir zerrenin tadı, evsafı ve de o zerrede ki letafeti anlatıyor, harekesinden yansıyan parça, kırık aynalardan,

“Ben;

küfür ile imandan,

kabul ve inkardan,

tasdik ile şüpheden

oluşmuş bir zerreydim.”

Aklımız çitlembik ağacının dallarına takılı, AYNALI DEDE TÜRBESİ’nden yakınında kiAYNALİ DEDE CAMİSİ’nden ayaklarımız yere basmaz vaziyette Boyahane Köprü’sünden Kırmızı Köprü’ye gelmişiz. Bir dönem önce alı, moru, kırmızıyı, tarihi, yolu yordamı bilmezler yıktı kırmızı köprümüzü. İkilediler kırmızı korkulukları utandıklarından, elifi görüp mertek sandıklarından, eskisine benzetmeğe çalıştılar. Neyse…

KARAKÖY , nedendir bilinmez Karaköy dendiği, çarşının minyatürüdür burası bu semte hitap eden dükkanları, esnafı, manavı, kasabı, bilhassa kahvehaneleri ünlüdür.

Evliya Çelebi’yi görür gibi oldum. Karaköy Kahvehanelerinden birinde. Nargilesini fokurdatıyor, köşede ki döşeğin üzerine oturmuş birkaç kişi ile sohbet ediyor; seyahatini, şefaat diyeceğine seyahat dediğinin hikmetini anlatıyor. Burası da neresi, bu Manisa’ya nereden geldim, kim çağırdıyı düşünüyor bir nefes daha çekerken nargilesinden.

Ariflerin, zariflerin toplandığı Karaköy Kahvehanelerinin de ki saz çalanların, rakkasların hangi kahvehanede olduğunu meddah ve hikayecilerin bir diğerinde, gazelhanların yerini sorarak buraya kadar gelmişken onları da göreyim diye düşünürken onu orada kaderi ve birkaç kişi ile baş başa bırakıyoruz.

TİTREK SİNAN BEY MEDRESESİ’sinin önüne gelmişiz. dereye bakan yönünde istimlak edilmeyi bekleyen üç dört ev. Yıkılsa derenin çağıltısı medresenin duvarlarına vuracak meydancık ve medresesi ortaya çıkacak. Ancak kafanızı sokağa doğru uzatınca da gözüküyor taş duvarları, içeriden ney, kanun sesi geliyor. Merakla kapısına yönelince içe kapanık yapısı, kemerli yüksek kapısından girince içeri sakin tavrı, taş kaplı eyvanlı avlusu kenarına dizilmiş oylum oylum medrese odacıkları, eğilerek girilebilen kapıcıkları, kıblesinde merdivenle çıkılan yüksekçe sahanlığın arkasında mescidi. Bu sahanlığa dizilmiş saz heyetinden, akşam ki Türk Müziği Konseri çalışması hazırlıklarından, provasından geliyormuş meğer kanunun sesi, neyin üflemesi.

Nef’i’nin (1572-1635) en çok bilinen gazellerinden biri bu çalınan, segah makamında yuruk semai, daha sonra Itri tarafından bestelenen bu gazel hakikatı anlatıyor, kelam ehlinin sözlerinin Hak’tan geldiğini, gönülden gönüle giden yolun, açılan kapıların kelam ile vuku bulduğu gerisinin laftan ibaret olduğunu.

Tûti-i mu’cize-gûyem ne desem lâf değil

Çerh ile söyleşemem âyinesi sâf değil

Ehl-i dildir diyemem sinesi sâf olmayana

Ehl-i dil birbirini bilmemek insaf değil

Yine endîşe bilür kadr-i dür-i güftarım

Rüzgâr ise denî dehr ise sarraf değil

Girdi miftâh-ı der-i genc-i maânî elime

Âleme bezli güher eylesem itlaf değil

Levh-i Mahfûz-i sühendir dil-i pâk-i Nef’i

Tab-ı yârân gibi dükkânçe-i sahhâf değil

Medrese o kadar huzur dolu, sessiz, sakin ki, çıkarken kapıdan kelamdan öte bir dünyaya giriyorsunuz. Kelamın inci olduğunu ancak dünya da sarraf olmadıkça, anlayan olmadıkça kıymetinin bilinmediğini, bilene sormak gerek…

Bir köprü bir köprü daha derken, köprüler yumağından, dere duvarının kenarından, gölgeli sokağından, dere boyundan yukarı doğru yürümeğe yürüdükçe dikleşen yokuştan soluyarak çıkmağa başladık.

Birbirlerine yaslanmış evleriyle eski Manisa evleri, adı gibi, MUTLU MAHALLESİ bu yörenin adı. Eski Manisa Evlerinin Yunan Yangınından kalabilen birkaç ev ve dar sokaklarına sonradan yapılmış kerpiç evler, batıya yürüdüğünüzde Lala Paşa, Narlıca Mahallesi, doğduğum evin çıkmaz sokağı karşısında büyük iki kanatlı bahçe kapısının aralıklı tahtalarından bahçemiz gözüküyor hala.

“Yaz günü sıcak bir ikindi vakti Ünzile Nine, Emeti Aba, Hatçeba, Elif Ebe, Fatmaba, kapılarının önüne çıkmış oturmuş konuşuyorlar. Evlerinin önü süpürülmüş tertemiz, Arnavut kaldırımı yol taşları orta yerinde taştan oluklu sokak, serinlemesi için sulanmış, bahar da yapılan beyaz kireç ve çivit kuşak badana kokusu hala sokakta geziniyor. Mor salkımlar sokağa uzanırken, çingene kiremitlerini örtmüş hanımeli, kokusu buram, buram sohbete karışıyor. Ellerin de tığ ile işledikleri yaşmak kenarı, masa örtüsü birer bahane, elleri çalışınca daha rahat konuşuyorlar, gözleri önlerinde yüz ifadelerini ses tonlarından anlıyorlar. Her biri psikolog edası ile komşularının hatta komşu mahallenin kızlarını tahlil ediyor oğlanları çekiştiriyorlar. Akşam vakti yaklaştığında yarına konuşacak çok şeyleri var daha.”

Onları sohbetleri ile baş başa bırakıp yürümeğe devam ediyoruz.

Çınara yaslanmış bir köprü daha derken İVAZ PAŞA CAMİSİ: tuğla işçiliğinin en zarif örnekleri, her bir kemerin üstünü başka motifle işlemiş ustası. Yakın tarih de antik özelliği olan halıları çalınmıştı. Yürümeğe devam ettik. Dere duvarı ile haziresinin duvarı arası neredeyse yan yan geçmemize izin veriyor, taşlar, taşlar her bir yerde bir başka güzel; duvarda, mezar taşında, cami kemerinde, avlusunda, yolda.

Ulu çınara yaslanmış bir köprü daha, bizde yorgunluktan söyle yaslanalım dedik çınara; GÜLGUN HATUN HAMAMI, REVAK SULTAN TÜRBESİ, KABAK TEKKESİ, YEDİ KIZLAR TÜRBESİ, DERE MESCİDİ, çeşmeler, meydan, meydan. Kimi sivri külahlı çatısı ile Selçuklu geleneğini yansıtırken, kimi yuvarlak kubbeli, yüksek kubbesi ile hamam, kiremit çatısı ile mescid, çatı armonisi, minaresi ve selvisi hepsi bir ahenk içerisinde notalara dizilmiş melodiler gibi, yapı manzumesi, çatı cümbüşü. Çaybaşı deresinin suyunun yıllardır sürüklediği kayalara vururken çıkardığı nağmeler, yapıların nağmeleriyle cümbüşüyle fasıl geçiyorlar.

Çınarlar derenin içinden, yıllar önce dere duvarının boyunu aşmış da göğe uzanmışlar bile, gölgeleri Manisa sıcağında nefes almamızı rahatlatıyordu.

Tarihi devam ediyor Manisa’nın, ancak mekanların tarihi yer değiştiriyordu buraya geldiğimizde, kocaman bir kaya ensemizde nefesi. NİOBE ; ağlayan gözleri, taş olmuş bedeni, büklümlü saçları, mahzun yüzü, elmacık kemiklerinden taş olmuş yüzünden süzülen gözyaşları, akmaktan taşlaşamamış hala akıyor, ÇAYBAŞI DERESİ gibi çağlıyor.

Osmanlının tarihi yaşantısını hayretler içinde ve şaşkınlık ile düşünürken bu kaya da nereden çıktı. Şaşkınlığımız bir kat daha arttı. Bu da Yunan Mitolojisi, Manisa’nın çok gerilere giden tarihini ayaküstü anlamak, anlatmak çınara dayansak dahi zordu. Bir soluk daha alıp Kır Kahvesine, DEĞİRMEN BOĞAZI’na gidelim orada kahvelerimizi yudumlarken, dağın gölgesinde soluklanırken, anlatırız Manisa Tarihi’ni.

Daha yolumuz çok uzun çünkü. 26/01/2010

20120619-195307.jpg

10. CUMHURİYET MEYDANI DÜZENLEMESİ: 

Yeraltı otoparkının tamiratları, su yalıtımları için etrafının yazılarak betonarme duvarlara uygulanması ve meydanın tekrar düzenlenmesi.

11. KIRMIZIEV RESTORASYONU: 

Bedesten Meydanı karşısında Alaca Hamamın doğu köşesindeki kamulaştırma yapılan eski evin restore edilerek kreş olarak değerlendirilmesi.

12. İKİZEV RESTORASYONU: 

İstasyonun altında yıkılmak üzere olan tescilli bitişik iki evin restorasyonu yapılarak makine mühendisleri odasına tahsisi.

13. KISIK CAMİİ ÇEVRE DÜZENLEMESİ 

Kumludere şaret projesi kapsamında yapılan çevre düzenlemesi. 

14. AYNIALİ CAMİİ VE TÜRBESİ ÇEVRE DÜZENLEMESİ 

Kumludere şaret projesi kapsamında

15. ÇINARLI KAHVE RESTORASYONU: 

Korumaya alınan çınarın altındaki Tescilli kahvenin restorasyonun yapılarak İlyasbey mescidi ile birlikte çevre düzenlemesinin yapılması 

16. ÇINARLI KAHVE ULAŞIM YOLLARI VE ÇEVRE DÜZENLEMESİ: Gülgün Hatun Hamamından: Kabak Tekkesi, Yedi Kızlar Türbesi, Çınarlı Kahve, Alibey Camii, Saruhan Parkı, Muradiye Camisi’nden, Bedesten Meydanı ve kentsel sit alanı olan eski çarşıya uzanan kültür yolunun düzenlenmesi. Ayrıca yine Gülgün Hatun Hamamı’ndan Yedi Kızlar, Seyyid İbrahim Hoca Mescidi, Ulucami Göktaşlı cami’ye bağlanan Ulutepe yolu’nun granit taş kaplamalarının yenilenmesi ve ikinci bir kültür yolunun yapılması.

17. 22 SULTANLAR ÇEVRE DÜZENLEMESİ:

Yan yolunun sevgi yolu yapılması ile türbenin ortaya çıkarılması.

18. SOKAK SAĞLIKLAŞTIRMA (DR.SADIK AHMET CADDESİ) 1.

19. SOKAK SAĞLIKLAŞTIRMASI (KURŞUNLU HAN ÇEVRESİ) 2.

20. SOKAK SAĞLIKLAŞTIRMASI (ÇEŞNEGİR CAMİİ ÇEVRESİ) 3.

21. SOKAK SAĞLIKLAŞTIRMASI (TAŞÇILAR MESCİDİ ÇEVRESİ) 4.

      5. Etap çalışmalar devam edecek.

22. KAPALI ÇARŞI İYİLEŞTİRMESİ

23. BELEDİYEYE AİT TESCİLLİ KAPALI ÇARŞI  ÜÇ DÜKKAN RESTORASYONU ve tescilli Ziraat bankası yolu, 2010 yılında belediyemizce tescillenen beyazfiln çevre yollarının çınar ağaçları dikilerek yeşil yollar yapılması ve yol kaplamalarının karakılınç taşları ile kaplanması.

24. SEYYİD İBRAHİM HOCA MESCİDİ ÇEVRE ÜZENLEMESİ:

Kamulaştırmalar yapılarak çevresi açıldı, bu esnada evlerin birinin altında akan kaynaksuyunun yatağı temizlenerek sokak çeşmelerine bağlanması

25. HACI YAHYA CAMİSİ ÇEVRE DÜZENLEMESİ

Cami avlusu küçük olduğundan batı yönündeki meydanda Topçu Asım Muhtarlık yapısını muhtarla güçlükle anlaşarak yıktık ve düzenleme uygulamasını yaptık. Bu meydanın İzmir Caddesinden girilen yolu İvazpaşa Camisine kadar desenli taş kaplama yaparak Çaybaşı, Ağlayan Kaya’ya o bölgeye ulaşımı ayrıca Ulutepe Yoluna bağlantısını cadde düzenlemesi yaparak sağladık.

26. BEDESTEN MEYDANI DÜZENLEMESİ

27. DİLŞİKAR CAMİİ VE HAMAMI ÇEVRE DÜZENLEMESİ: 

Yan yolunun trafiğe kapatılarak mahalle kasınlarının kermes yapılması için düzenlenmesi

28. HÜSREVAĞA HAMAMI ÇEVRE DÜZENLEMESİ

29. ARAPALAN CAMİİ ÇEVRE DÜZENLEMESİ: 

Kamulaştırmalar yapılarak Defterdar Mahmut Efendi (Arap Alan) Camii’ni ortaya çıkarılarak çevresinin düzenlenerek mahalle çocuklarının oynayacağı çocuk parkı yapılması.

30. ŞEYH FENARİ CAMİİ ÇEVRE DÜZENLEMESİ

ŞEHİT MAKBULE PARKI’NIN YAPILMASI 

Yeraltı suyunun bol ve altından dere aktığı söylenen bu alanda bulunan tarihi çınar ağacı korunarak bu alanda tek kalmış 5 katlı binayı kamulaştırıp yıkarak bölge halkının kullanacağı geniş bir yeşil alan düzenlemesi yapıldı sonradan adını Kurtuluş Savaşı Kahramanlarından Şehit Makbule adını verdik.

31. ULUCAMİ ULUTEPE YOLU DÜZENLEMESİ:

Manisa’nın asfalt bilinmezden önce caddelerinde yapılan yapılan granit taş kapalamasının örneği niteliğinde olan granit taşkaplı bu yol kent belleği ve hafızası açısından önme arzetmekteydi ve bir kültür yolu niteliğindeydi. Döşemesinin bozulmasından dolayı tekrar aslına uygun olarak kapladık hatta belediye şantiyesinde bu taşları boyuna keserek düzgün yüzey haline getirdik ancak tamamını kesemedik.

http://www.akhisarhaber.com/manisa-ulutepe-caddesinin-temelleri-atildi-18564h.htm

32. KAYNAK MAHALLESİNDEKİ TESCİLLİ ÜÇ TARİHİ ÇEŞMENİN RESTORASYONU VE SULARININ DAĞSUYU BAĞLANARAK AKITILMASI.

33. KAYNAK DERESİ DÜZENLEMESİ

34. GÜZELYURT MAHALLESİNDE TARZAN PARKI YAPILARAK TARZAN HEYKELİ VE ÇEVRE DÜZENLENMESİNİN YAPILMASI.

35.KÖSELER KÖYÜ AİGAİ ANTİK KENTİ KAZILARINA SPONSOR OLDUK.

Yıllardır kazıları devam eden Aigai Antik Kenti’nin tiyatro yapısının  ortaya çıkarılması için 2014 yılında 500.000.-TL’ ye yakın sponsor olunması. Ayrıca Manisa, İzmir, Aliağa istikametlerinden Aigai’ye ulaşılması için trafik yönlendirme levhaları düzenlemesi, yakın zamanda kente giden yolun yeniden asfaltlanması.

36. TÜM BUNLAR YAPILIRKEN CUMHURİYET DÖNEMİ ESERLERİMİZDEN OLAN:

37. ÜÇ ADET OSMANLI HAZİRESİ MEZAR TAŞLARININ OKUNMASI VE KİTAPLAŞTIRILMASI.

38. MÜZEDEKİ TAŞLAR HARİÇ TÜM CAMİ VE TÜRBELERDE BULUNAN MEZAR TAŞLARININ OKUNMASI VE KİTAPLAŞTIRILMASI.

39. ALAYBEY SEMTİNDEKİ ARAP DEDE TÜRBESİNİN İHYASI.

39. KARACA AHMET DEDE TÜRBESİNİN RESTORASYON PROJELERİNİN HAZIRLANMASI.

40. TARİHİ ESER VE TESCİLLİ YAPILARIN ULAŞIM YOLLARI:

Hatuniye Camii’nden İstasyona Atatürk Bulvarı. 

Hatuniye Camii’nden Sultan Camii’ne Çarşı Bulvarı. 

Muradiye Camii’nden Bedesten Meyfdanına ve Çeşnegir cami’sine ulaşılan yollar kırmızı ateş tuğlası kaplandı.

41. TARİHİ MEKANLARIN BULUNDUĞU BÖLGELER:

Tüm kaldırım ve bordürler  Karakılınç taşı andezit, ayrıca Çınarlı kahve, Seyyid Hoca Mescidi, Alibey Camisi, Muradiye Camisi’nin yan yolları, Saruhan Heykeli’nden Yiğitbaş Kabri’ne çıkılan merdivenli yol, andezit palladien taş kaplaması.

42. TESCİLLENEN YAPILAR

GAZİ İLKOKULU, 

DOĞUMEVİ, 

FATİHİN KULESİNİN YANINDAKİ ESKİ BELEDİYE, 

BEYAZFİL, 

ŞEHZADELER BELEDİYE BİNASI, 

EN SON MANİSA DEVLET HASTANESİ. 

ERKEK MESLEK LİSESİ ATÖLYE YAPILARI 

MURATGERMEN İLKOKULU, 

ORMAN İŞLETME BİNALARI,

SİVİL MİMARİ YAPILARI

ÇARŞI MAHALLESİNDEKİ İŞYERİ YAPILARI

KIRMIZI EV

İKİZ EVLER (İstasyonun altında)

BÖLÇÜK BABA MESCİDİ

SİBYAN MEKTEBİ

15 ADET MUHTELİF ÇEŞME

SARNIÇ,

ARAP DEDE TÜRBESİ

KARARGAH BİNASI

ADAKALE MAHALLESİ ULUCAMİ YAKININDA SEYYİD İBRAHİM HOCA’NIN KABRİ’NİN İHYASI

DEVLET HASTANESİ

MORİS ŞİNASI ÇOCUK HASTANESİ (yakın bir zamanda)

TESCİLLENİP KORUMA ALTINA ALINDI.

İstasyon, Kız Meslek Lisesi, Öğretmen evi, Vali konağı, Fatih Kulesi, Hükümet Binası, Dispanser, Atatürk Heykelleri…(DAHA ÖNCEKİ YILLARDA TESCİLLENMİŞ YAPILAR)

ANTAKYA BAŞKA BİR ŞEHİR OLMASIN

     6 Şubattan bu yana ülkemizin yaşadığı deprem felaketini tüm Türkiye olarak televizyonlardan izliyoruz. Bir çok insanımız yardıma arama kurtarma ekiplerine gönüllü olarak katıldı. Birçok iş makinası operatör techizat daha ilk günden bölgeye ulaştırılmaya çalışıldı bütün bunları biliyoruz.

  Enkazları televizyondan izlediğimde tüm bu kurtarma çalışmalarından sonra imarlaşmanın nasıl yapılacağını düşünüyorum.

   Her yaşam alanını köyün kentin sokakların evlerin tarihi mekanların yapıların bir özelliği bir güzelliği var. Her bir tarihi yapının kent belleğini sakladığı, yaşattığı bir tarihi, bir dokusu, bir yerleşimi var.

 2012 yılında Antakya’ya gittiğimde tarihi mekanları sokakları, yapıları gezdiğimde bu şehrin binlerce yıllık tarihini gördüm, o tarihi sokaklarında gezerken bunları okudum. 

   Şimdi bu bölgelerde enkaz kaldırma çalışmaları başladı. Yine bir telaşın içine giriliyor. Bir an önce kaldıralım tokiyi sokalım konutları yapalım telaşındalar. Yıkılmış, kısmen ayakta kalmış tarihi eserleri bilhassa Antakya’nın kentsel sit alanının temizliği enkazlarının kaldırılma çalışmalarında mutlaka bu enkazların diğer betonarme yapıların enkazlarına karıştırılmaması ayrı bir bölgede yığınla değil tasnifle yapıların isimleriyle işaretlenerek depolanması gerekir. Restorasyon çalışmalarında yerinden alınan taş, ahşap, çeşitli öğeler, numaralandırılarak bir kenara konur yapının restorasyonunda o numaralı taşlar öğeler eski yerlerine numara sırasına göre yerleştirilir. Bunlar uzmanlık gerektiren işlerdir. Bunlarda titizlikle çalışılması hatta iş makinalarıyla değil farklı yöntemlerle yerinden alınması, depolanması gerekir.

   Enkazı televizyondan izlerken 1919-1922 yıllarında Manisamızın işgali ve yakılıp yıkılmasını anımsadım. Yangından önceki Manisa’yı görmeme rağmen eski yangın ve yıkım fotoğraflarından gördüğüm kadarıyla deprem bölgesinden farkı yoktu. Sadece bir kaç fark: Yangında çatıların ahşap kısımları, malzemeleri, kapı ve çerçeveler yanmış sadece duvarlar ayaktaydı. Bir de farklı olan can kayıplarıydı. Manisa’nın dörtte üçü yanmış sadece Osmanlı taş yapıları kalmıştı. Mustafa Kemal Atatürk hızla imar planı ve inşaa çalışmalarına başlatmıştı.

   Bu planlamalarda Manisa’nın dokusu sokakları sokak genişlikleri korunarak, şehrin tarihi yapıları, silueti, korunarak imar planları yapılmış ve yeniden farklı inşaat malzemelerinden ve yapı modellerinden başlayarak imar edilmişti.

   Deprem felaketinin yaşandığı bu bölgede mutlaka tarihi yapılar tarihi dokular vardır. Ancak Antakya bu yönden çok farklı şehir, binlerce yıllık tarihi var korumak kollamak planlamak yaşatmak gerekir. 

Antakya, farklı bir şehir olmasın.

KARAÇAY DERESİ

       Yazın deniz esintisiyle terimizi havalandırırken, Aralık ayının dingin bir havasında ayaklarım pedalda, gözlerim sağda solda, dizlerim dayanabildiğince, uzadım Karaçay Vadisi’ne, buraya proje hazırlığındayız.

     Karaçay: Araçla, Muradiye Eski yolundan Gediz kıyısında Kocakum Tımarındaki bağımıza gittiğimizde bu yoldan Karaçay Köprüsü’nü geçmeden Karaçayın kenarından giden ova yoluna dönerdik. Karaçay adı gibi kapkara akardı. Yazın akmayan dere yer yer göllenir zift gibi balçık oluşurdu. Gediz’e bağlandığı yerde delta oluşturur söğüt ağaçları tabiatı ile eko sisteme hizmet eder, yazın üveyik kuşu avcılarının meskenidir burası. Buradan Gedize ulaşır ve suyuyla Gediz’i beslerdi. Ben de hatırası olan bir deredir. 

    O zaman Karaçay’ı biraz tanıtayım. Neredeyse Sabuncubeli Tüneli’nin oralarda İzmir’e giderken görebiliriz. İzmir yolu kenarında akarken yolun bir sağa bir soluna geçer her yön değiştirdiği yerde köprüler vardır İzmir yolu üzerinde. Çok sık çam ağaçlarının olduğu Süreyya Piknik alanına geldiğinde Dere, kenarındaki çınar ağaçları ile kendini belli eder.  Burada da İzmir yolunun altından karşı yamaça geçer. Dere ile dağ yamacı arasında geniş bir düzlükte akarken suları burada genişleyen Dere, yatağında yayılır. Çınar, söğüt ağaçları, zakkumlar kenarında, billur suyunun parlattığı çakıl taşları yatağında, yeşil yamaçlar arkasında, öyle bir manzara oluşur ki empresyonizmin doğduğu yerdir burası. 

    Kuvay-i Milliye Heykeli’nin arkasında bir setten çağlar. Fırat Çakıroğlu Geçidi’nde bu yöne baktığınızda çağlayan suyu gümüş rengiyle parlar. Çevre yolunuın altından Keçiliköy’e varır. Meskun sahaya girdik ya, ondan sonrasını ne siz söyleyin ne ben anlatayayım. 

    Manisa Büyükşehir Belediyesi’nin yapacağı “Karaçay Vadisi Rekreasyon Projesi” Mehmet Akif Ersoy Caddesi’nin Çevre Yolu ile kesiştiği noktada alt geçide gelmeden ki köprüden önce son çıkış diye tabir edebileceğimiz yerde hemen sağa döndüğümüzde Vadi projesinin başlangıcına girmiş oluruz.

    Dizlerimin dayanabileceği yer Atatürk Kent Parkının oradan başlıyor. Kentparkın içerisine girdiğimde zincir sesinden başka ses yoktu. Arada bi ördekler kanatlarını gerip havalandırırlarken kimsenin olmayışının keyfini çıkarıyorlardı.

    75.Yıl Bulvarının devamı Sürmene Caddesi Kentparkı ikiye bölen yol, buradan Karaçay Vadisi’ne bağlanılacak biri bu bulvar, diğeri 5789 Sokak (bu sokak değil bayağı gösterişli, sağlıklaştırma düzenlemesi yapılmış, bulvar olmuş, adını değiştirmek gerekir Güzgülü’ye duyurulur.) 

Sürmene Caddesi’nden Karaçay’a vardım. Aşağıya çevre yoluna dönerek yol boyunca rekreasyon alanında gezindim. Burada zincir sesi ne ki? Sessizliğin sesi vardı. Uzun bir yürüyüş parkuru olması gerekir, zaten yapılacak; oksijeni bol, gölgelikli ağaçlar altında, şamatası olmayan, bir alan. Tenis sahalarından gelen topların seslerini duyar gibi oldum.

53 SENE GEÇMİŞ

    Biraz gerilere gidelim zaten öne gittiğimiz yok, “Yürüyelim abiler ön kapı sıkıştı.” Diyen şoför bile kalmadı. 

    1970 yılı, Yıldız Mimarlıkta okuduğumun ikinci yılı. Yaz tatili Manisa’ya geldiğimde koca yaz vakit geçmiyor. istanbul’un havasını almışız suyunu içmişiz taşradan sonra İstanbul sarhoşu olmuşuz, geçer mi geçmez. Eh bir de meslek aşkı oluşmaya başlamış, Rahmetli Ustam Mimar Yaşar Mercül’ün Beyazfil’deki ofisinde çalışmaya başladım. Çok kısa sürede hem ustamı hem ofisteki gırgırı onun arkadaşlarının sohbetlerini sevdim. Onlarda beni sevdiler abi kardeşten ziyade arkadaş olduk. Benim Yıldız’daki proje hocalarım ile Yaşar abinin Dokuz Eylül Üniversitesi’nden asistan arkadaşlığı var. Ben onları anlatıyorum onlar da bana, her Manisa’ya gelişimde “Artizing Yaşar’a selam söyle” derlerdi. Ustamın onların arasındaki lakabı buymuş.

    Beyazfil’in (Sosyal Sigortalar Kurumu) asma katındaki ofis, asma katın merdiven holüne açılırdı. Holün bir köşesinde caddeye Mustafa Kemalpaşa Bulvarına bakan bir çay ocağı vardı. Çaycılık yapan Mehmet abi kafa dengiydi. Merdiven holünün caddeye bakan çay ocağının yanındaki  Mustafa Kemal Paşa Caddesine bakan genişçe pencerenin önüne, akşam mesai çıkışında (Caddeler o zaman boş, mesai bitimi kalabalık olurdu)  dizilip gelip geçeni, caddeyi seyrediyorduk. Pencerenin parapetini, önünü, sehpa gibi kullanır çay bardaklarını yudumlar yudumlar oraya koyardık. Ustamın arkadaşları Namık abi, Cengiz abi geldiklerinde pencere önü şenlenirdi. Cengiz abinin sesi güzel o geldiğinde fasılı kurar pencere kasasına vurarak tef gibi kullanır tempo tutardık. Merdivenden inen sigorta çalışanları gitmiş bina boşalmış hol bize kalırdı.

    Bazen ama, Yaşar abi “Bu öğlen tükürük köftesi yiyelim” dediği çok zaman olurdu. Yenihan’ın yanındaki köfteciden gazete kağıdına sarılmış bolca közlenmiş domatesli, biberli, (soğanı pek sevmem) dirseklerimizden akan yağlarla tükürük köftesini yer, arada bi yağ bulaşmış koyulaşmış gazetedeki yazılara gözüm takılırdı. 

    Bülent’in (Bülent Hasgönüllü) Pazartesi günkü yazısında hem Beyazfil hem gazete ve hem de gazete kağıdına sarılmış tükürük köftesinden bahsettiği yazısını okuyunca bu anılarım canlandı.

    Beyazfilin mozaik tarak sıvalı sütunlarının bilhassa revaklar altından veya caddeden geçenler bu sütunlara asılmış Bülent’in anlattığı bahsi geçen gazeteleri okurlardı. Tabii herşeyin mertliği bozulduğu gibi gazeteler de bozuldu! Fitness salonlarının bakkal dükkanı gibi çoğalmasının (artık bakkal dükkanları da çoğalmıyor, marketlerin demek lazım gelir ancak eski deyimler kullanmak ben gibi eskimişlere yakışıyor) nedeni, tamamen internet ve mobil telefon sevdası hem de karasından. Herşey parmak ucuyla bir tık kadar.

    Mutfaklara; yok seramiği, yok tezgahı, yok ocağı, fırını, blenderı, şimdi de airfreyi, dünya kadar masraf yapıyorlar. Artık mutfağın da mertliği bozulmak üzere hatta “Bu akşam dışarda yiyelim sevgilim. Serpme kahvaltısı çok güzel aşkım.” Öğleyin evde zaten kimse yok çalışıyorlar. Mutfaktan önce evlilikler bozuluyor. Başlıca nedenlerden biri, internet, getir yemek, götür beni.

    Tükürük köftesinin gazetesinden nerelere geldik. Avcılığı ile ünlü köyün birinde bir köylü yeni bir avcı fıkrası öğrenir, kahveye gidip anlatmak ister. Kahvede kimse de av muhabbeti yok, bekler konu açılsın da anlatayım diye. Bakar mevzuu açılmıyor. “Bommm” diye bağırır. Kahvedekiler “Allah tüfek patladı” derler. Bizim köylü “Hah hazır laf avcılıktan açılmışken” diyerek yeni öğrendiği fıkrasını anlatmaya başlar. 

Laf Beyazfil’den açılmışken… 53 sene geçmiş.

TOP OYNADIM ACIKTIM

Çocuktum, ufacıktım,

Top oynadım,acıktım.

Buldum yerde bir erik,

Kaptı bir Ala Geyik.

Geyik kaçtı ormana,

Bindim bir ak doğana.

Doğan, yolu şaşırdı,

Kaf Dağından aşırdı.

Attı beni bir göle; 

Gölden çıktım bir çöle,

Çölde buldum izini,

Koştum, tuttum dizini.

……………………….

Kehribar üzümlü bağlar, kuyulardan arkla sulanan bahçeler, yaylada kirazı, kış gelince ayazı, karlı dumanlı doruğu, dedelerin buyruğu, ninelerin masalı. Kaf dağından aşılalı, yıllar yıla ekleneli, bunca ömür geçeli çooooook zamanlar oldu. 

Ziya Gökalp’in bu şiirinde Türk boyunun halkının geçmişini anlatır. Belli bir yaşa gelmişler bu şiiri çocukluğunda öğrenmelerine rağmen unutmazlar. Hey gidi günler hey diye hayat hikayelerine, çocukluğundan bugüne geçen günlere hayıflandıklarında bu dizelerle bitirirler anlattıklarını.

Çocuktum, ufacıktım,

Top oynadım,acıktımmmm.

Tozlu topraklı sokaklardan, Arnavut taşlı yollardan, asfalt kaplanmış kapkara bulvarlardan, üç beş ağaçlı otlu sazlı yeşil alanlardan, basit basık saçaklı kerpiç evlerden, kocaman bahçeli hanaylı konaklardan, iki tekerlekli brik arabalardan burunlu otobüs, motoru çevirme kollu çalışan araçlardan, manyetolu, çevirmeli ankesörlü telefonlardan, uzak yerden ayağının tozuyla geldin otur dinlen denilip ikram edilen kar sulu soğuk şerbetlerden, yamalı pantol, pençeli postal, kundura denilen ayakkabılardan, torba, örgü file ile gidilen pazarlardan, suyu dirseğinden akan elma portakal, kavun karpuz, şeftalinin tadından, dökme sabun kokan biryantinli saçlardan, her sabah uzun kıllı fırça ile köpürtülen sabundan traş olunan usturadan, wilkinson marka jiletlerden, lambalı, transistörlü taşınabilen radyolardan, akşam ajanslarından, can kulağıyla dinlenen piyeslerden, 

Geçen hayatını özetler, çocuktum ufacıktım top oynadım acıktım. Hey gidi günler hey diyerek.

Cep telefonlarında bir program var çocuğun yaşlı, yaşlının çocukluk halini gösteren bir program. Herşey değişiyor dünya bile güneşe yaklaşıyor, suları kuruyor, ormanları yanıyor, şehirleri yaşanmaz hale geliyor… 

Zurnanın zırt dediği yer burası. Yaşanmaz hale getirdiğimiz dünya.

Manisa’da öyle bir hale geldi ki bu hal daha da hayret edilecek kadar gidecek. Yık yap sat. Gençliğimde yapsat yasası vardı Manisa bir evre yaşadı, yaşlılığımda kentsel dönüşüm. 

İpek böceği gibi. Koza, kelebek, böcek. Böcek sonunda ne yapıyor yeşillikleri özellikle de dut yapraklarını yiyor koza yapacağım diye iplik üretiyor. O kozaları patlatıpta bozmasın diye kozalarla birlikte böcek de kaynar suda kaynatılıp ipek kumaşlar için iplik üretiliyor. 

Bal toplamak için arıya atmadığımız takla kalmıyor. Peteğinden dumanla kovuyoruz peteği alıp kovana boş çerçeve koyuyoruz aaaaa diyor arı boş çerçeveyi görünce, başlıyor bal yapmaya durmak nedir bilmeden. 

Süt veren ineklere şarkı dinletiyorlar. Besleyelim de büyüsün ninni. Sütü bizim içtiğimizi bilse inek süt verir mi? Vermez, arı da balını vermez. O, sütü buzağısı içecek diye biliyor. Organik tarımda zararlı böceği, üretilen bir başka düşman böcekle yok ediyorlar. İlaç kullanmıyorlar.

İşte insanlık da çevresini yaşadığı alanı böyle yok ediyor. Dağ taş konut, heryer sanayi. İhtiyaç baş gösteriyor. Su, enerji, gıda… Gıda demişken onunda plastiğini yapmaya başladılar. Dünya zenginleri kendilerine yaşam alanları açmak, sefil, aptal, akılsız insanlardan kurtulmak için hastalık üretiyorlar. Görmediğimiz bilmediğimiz inek gibi arı gibi ipek böceği gibi yeraltında hizmetkar robot insan üretim merkezleri ve kendileri için sığınaklar yapıyorlar. 

Artık top oynayarak acıkılmıyor, eriği kapan alageyik değil. Romantizm akımı çoktaaan bitti. Realizm hatta sürrealizm devri başladı ama, biz hala empresyonist takılıyoruz.

Top oynadım acıktım, eriği alageyik kaptı. Hey yavrum hey.