SONBAHAR ESİNTİLERİ
Çeşitli duyguların harman olduğu bazılarının aralardan tavan yaptığı hüzün keder sevinç tasa, mutluluğun doruk olduğunda nazarların şimşekleri yıldırıma dönüşüp fırtınaların koptuğunda okunmuşlukların limanına sığınıp uzamasını istediğimiz mutluluk. Ne kadar uğraşılsa da kısa süren heyecanımız. Paylaştığımızda büyümesini istediğimiz ama bi o kadar da kıskançlıkların her bakışta sezildiği arkasından nazar denilen bedbaht anların tespih tanesi gibi dizildiği hiç beklemediğimiz tökezlenmeler.
Hüzün, üzüntü, keder: Tesellilerin göz yaşlarını dindirdiği, unutulanların, tatlı anıların, anlatılarak yeniden hayata döndürdüğü, yalnızlığın paylaşımının biten zamanlarında ki başbaşılığın boşluğunda; pencerelere takılıp atılıvermeler, ilaç dolap kapaklarının umut olup bitirilmişliklerin hayallerinde, atlayıp havadayken vazgeçmenin son pişmanlık olduğu, silah sesinin yankılanmasının duyulmadığı patlamalarında ki bitişin son noktası.
Hangi duyguyu yaşarken unutuvermeyelim yaşadıklarımızı. Yanıbaşımızdakiler, uzaktakiler, canımızdan çok sevdiklerimiz dahi hesaba girmez boş verilmişliklerde.
Ruh hali, mevsimsel duyguların halleri, bir yaprağın düşüşü, rengi değişen çınar yapraklarının sarı kahve tonları, pata pata seslerin çizdiği durgun denizler, ürperten rüzgar ile serin havanın hırkaları zorladığı üşünmüşlükler, bu yıl kış erken geldi teranelerinin elleri oğuşturmacalarında unutulan gölge mekanlar, tahta masaların bir ayakları hep kısa sandalyelerin içine sinmiş sohbetlerin sigara kokuları. Dumanının üflenirken sigaraların yandaş çaylarının dökülürcesine karıştırılan kaşık sesleri zamandan öç alınır gibi sanki.
Ne günler geldi geçti derken değişen zamanı hiç dikkate almaz hep eskileri anar, geçenleri anlatırız. Anlatacak çok şeyi olan 60’lık delikanlılar yenilere üzülür “Bunlar ne anlatacaklar yav, ne çocukluklarını yaşadılar ne gençliğin romantik aşklarını” der dururlar. Çamura bulanmış topaç, çözülmüş sargı ipinin ayağa dolandığı kağıttan top, çingene kiremitlerinden dokuz taş, tozun içinde havaya atılan beş taş, telden araba, tahtadan makara, bezden bebek, kıtıktan döşek. Anlata anlata bitirilemeyenlere hayıflanırız.
Oysa kan kardeşizdir dayak yerken de atarken de beraberizdir. Zeytinyağlı salçalı ekmeği paylaşırken, kuru üzümlü kırık leblebiyi ceplerimizden çıkarır ortaya koyardık. Sevdiğimiz kızın anlata anlata bitiremediğimiz üstümüze alındığımız bakışına gaz veren arkadaşlıklarımız.
Balıkçılar, çiftçiler, en çok “Bu yılda böyle geçti, seneye ya nasip” derlerken; kimi boşa çekilen ağlardan, kimi de para etmeyen mahsulden, çoğumuzda aradığımızı bulamadığımız, boşa geçen zamandan dolayı deriz. Ama en çok da geçen ömre, ağaran saçlara, umutsuzluklara, tükenmeyen ümitlere, yitirdiklerimize, geri gelmeyen beklediklerimize, özlediklerimize, “Seneye” deriz.
Beş duyunun yanında saymakla bitmeyen duygularımız bizi dile getirir: Kalem olur şiir yazar, ciltler olur roman yapar, amansız olur götürür gider, nağme olur bestelenir, kulak olur dinlenir, dile gelir seslenir…
Ne olursa olsun gönlümüzde, içimizde beslenir, aklımızda büyür, aklımızda ölür.
Ölür müü? Kalır mıı? Sonbahar yaprakları gibi bir oraya bir buraya savrulur, sonunda kaybolup gider.
………….
Sessizliğin içinde son kürek sesi de kesildiğinde
Eller açılır Allah’a dualar dudaklarda alabildiğince
Son bir el daha düzeltir taşı, boşaltır suyu testiden
Gidenler dönüp bakarlar son bir kere daha sessizce.
Yorumlar kapatıldı.