DİVRİĞİ ULUCAMİİ VE DARÜŞŞİFASI

Eski yerleşimlerin olduğu kentleri gezerken mutlaka yeni yerleşimlerin bulunduğu semtlerin arasında geziniyoruz. Nüfus artmış, ticaret gelişmiş, ulaşım ihtiyacı, barınma, kültür, eğitim yapıları için yeni planlar ve yeni imarlar yapılmış. Daracık bir alanda paslaşmalar başlamış; bu bina zaten yıkılacak, buradan yol açılması, bu yolun genişletilmesi, bu boş alanın eğitim tesisine ayrılması, buraya emniyet, oraya müdüriyet, kaymakamlık, belediye, stadyum, kapalı salon, bu daracık eski yerleşim alanında ‘dön baba dön’ döner dururuz. Bazen o cami bu medrese bu hendese der ellemeyiz ama burnunun dibine kadar sokuluruz. Hatta caminin bahçesinde veya duvarına bitişik, bu sıbyan mektebinin kubbesi yıkılmış, duvarı yan yatmış görünce yıkalım imam evi tuvalet yapalım dediklerimiz dahi olmuştur.
Yıllarca ayakta kalmış tarihi eserlerimiz bizim zamanımızda hızla yıpranıp, taşları aşınmaya, varsa süslemeleri taş işçilikleri kaybolmaya başlamıştır. bacalardan çıkan kömür isleri, karbon salınımı denen gazların atmosferde asılı kalarak atmosferik faaliyetlerin yavaşlamasına güneşin süzülmesine rüzgar ve sirkülasyonun azalmasıyla teneffüs edilmesine, ve dengelerin bozulmasına sebep olmaktadır. Bunlar canlılara zarar verdiği kadar konumuz olan tarihi eserlerin yıpranmasına yukarıda saydığımız tarihin kaybolmasına kadar bir çok etkisi olmaktadır..
Geçen hafta sonu Sivas’da ki Tarihi Kentler Birliği Toplantısından sonra ertesi günü Divriği Ulucami ve Darüşşifasını görmeğe gittik. Üç önemli kapısı olan yapının en önemli ve muhteşemi hepsi muhteşem de Cennet Kapı denilen caminin giriş kapısı. Bu kapının karşı yamaçlarına önceleri 100 civarında kaçak ev yapılmış. Bunların sis pis vesair tahribatları ile, taş süslemeler, dantel gibi oyulmuş taşların üzerleri aşınmış, oymaları silinmiş.
Bu kadar önemli bir eser 30 yılı aşkın UNESCO dünya miras listesinde, mimarının ilk ve tek eseri, dünyanın da neredeyse taşlarının konuştuğu, Evliya Çelebi’nin “Methinde diller kısır, kalem kırıktır” dediği, her bir taşın oymasının ve yerine konmasının bir sebebinin olduğu, bir tasavvufi literatürü anlattığı, ritüeli canlandırdığı bu eser maalesef kendi halinde Allah’a yakın bir tepede Allah ile baş başa kaderine terk edilmiş gibi gördüm. Ne belgesi, ne değeri, ne eseri, bir bekçisi dahi yoktu sanki. Bazı taşınır eşyaları için o çalındı bu çırpıldı bu kayboldu deniyor. Restorasyona başlamışlar. İnşaat tabelasında (Bilim ve Danışma Kurulu) 7 kişinin ismi var. 70 kişinin değil 72 milletin eli ayağı, gözü kulağı, dimağı, burada olmalı. Ebced hesabı, tasavvuf ilmini bilmeli. Tamam değerli bir mimar hocamız var ama Merhum Mehmet Akif’in Süleymaniye için dediği gibi “…Yapmak için bir Sinan bir de Süleyman gerek” Burada “Bir Ahlatlı Hürrem Şah bir de Mengücek Sultanı Süleyman Şah’ın oğlu Ahmet Şah gerek.”
Restorasyon süresini beş yıl vermişler imkansız. (Buralarda yılın yarısı kış zaten.) Bizim Manisa Ulucamii’nin minberini üç yılda onardılar. Bu kadar uzun zaman geçince bizim minber gitti galiba demiştim.
Barselona’da Mimar Gaudi’nin bir çok eseri var da bitmeyen kilisesi La Sagrada Familia’nın mimar Gaudi’nin ölümünün 100.Yılında biteceği söyleniyor. Bu biraz da reklam amaçlı bitirilmiyor her sene bir çivi çakılıyor ve farklılığı görmek için Barselona’ya giden bir daha gidiyor. Bodrum katta teknik elemanların çalıştığı yukarıda kullanılmak üzere sözde parçalar ürettiği atölyeler var sanki dünyayı baştan yapıyorlar. Parçaların maketleri, ağırlık hesapları, üç boyutlu yazıcılarda parçalar üretilmesine…kadar bir itina! bir özveri! bir kafa yorma! geçip geçip karşıdan bakmalar aman aman!
Gösteriş ve reklam için elin adamı böyle yapıyorsa biz gerçek ve Ulucami’nin mimarı Hürrem Şah’ın duası için “Yarabbi benim acizane meydana getirmiş olduğum bu eser kıyameti görsün” diye dua etmiş. (İnşallah, hem de restorasyonlarla bozulmadan her bir taşı görsün.) Bu duasının yerine gelmesi için elimizden gelenin fazlasını yapalım.
Yorumlar kapatıldı.